The Mongs?

Monglar dünyası, varoluş arayışında olan ve tanrılarına ulaşmaya çalışan karakterlerin absürt yaşam hikâyelerini barındıran bir bilinçaltı ütopyadır. Zıtlıklar ve çeşitlilik içinde evrilen bu mikro kozmosta Mongların kulakları, kimse kimseyi dinlemediği için zamanla kaybolmuş, tanrılarının sesini asla işitemez hâle gelmişlerdir. Her Mong, kendine özgü bir eksikliği veya arzuyu temsil eder ve bu eksikliği tamamlamak için bu sessiz dünyaya göç etmiştir .

Bu dünyada Monglar, sözcükler kullanmaz; sesli iletişimin yerini göz teması ve yansımalar alır. Birbirlerini görerek anlarlar ve bu görsel dil, renklerin çok ötesine geçen bir empati yolu oluşturur . Her Mong ise farklı bir renk körlüğü yaşadığı için, algıladıkları tonlar ve gölgeler kendi içsel dünyalarının melodilerini taşır.

Bilge Mong’un rengârenk başlığı ise burada bir paradoks yaratır: Her mong, kendince görür. Böylece hiçbir Mong, aynı anlatıya varamaz; zira her biri başlığın ışık-ses harmonisini kendi renk körlüğü filtresinden geçirerek farklı bir hikâye duyar. Bu tatlı çelişki, mutlak doğruya ulaşmayı imkânsız kılar ve Monglar arasında sürekli, yapıcı bir çatışma doğurarak kolektif uyum ile bireysel algının ince dengesini korur.

Monglar’ın dünyasında hiçbir detay yüzeyde göründüğü gibi değildir; her çizgi, her renk varyasyonu, daha büyük bir anlatının parçası olarak izleyiciye absürt, duygusal ve felsefi bir bütün sunar. Bu ülke, bireyselliğin yalnızlığını ve kolektif uyumun gizli bağlarını aynı anda yaşayan varoluşsal bir mozaiktir.

“Roseten ve Hamthe”

Aşk değil bu. Ama fotoğraflarda güzel duruyor.

Roseten ve Hamthe, Mong Ülkesi’nin sosyetik simgeleri olarak görkemli bir imge çizer. Roseten, savaş çıksa da makyajını ve aile yadigârı ceketini kuşanıp magazincilere mekan adresi vererek “görünürlüğü” bir zafer gibi yaşar; Hamthe ise eski çapkın günlerini geride bırakmış, statüye tutunmuş bir politikacı olarak yanında durur . Bu gösterişli birliktelik, dışarıdan pırıltılı görünse de içeride bir yapaylığın sahnesine dönüşür; zira ikisi de kolektif imajlarını korumaya çalışırken kendi bireysel özlemlerinden uzaklaşır.

Podyumun ışıltısı ve güç gösterisi, kalbin karanlığını örtemez; hâlâ süsleniyor olsalar da bu sahne altında her adım bir sonraki kusursuzluğu yakalama korkusunu doğurur.

  • Janesco: Oğulları
  • Kraliçe: Statülerini pekiştirmek amacıyla davet edilen yüksek figür.
  • Yabancılar: Yanlışlıkla çağrılan ve sosyetenin kodlarını çözemeyerek hep dışarıda kalan misafirler.

“Janesco”

Lüks içinde büyümek, sevgiyle büyümek demek değildir.
Dışarıdan tam, içeriden eksik hissedenlere.
“Bazen kalabalık bir malikane, en büyük yalnızlıktır.”

Janesco, Roseten ve Hamthe’nin oğlu olarak ihtişamlı bir malikanede dünyaya gelir. Sayısız enstrümanın sırlandığı büyük salonlar, bir çocuğu büyülerken, Janesco’nun en derin ihtiyacı çocukluğundan beri biraz sevgi olmuştur—ama o, sevginin ne olduğunu kavrayamaz; zira sevgiyi “bildiğinin doğru olduğuna emin olmak” sanmıştır .

Aile bağları fiziksel yakınlıktan çok medya simülasyonuyla kurulur: Janesco, ebeveynlerini sadece televizyondan izleyebilir; bu dokunulamayan yakınlık, içinde hep doldurulamayan bir boşluk bırakır. Bu eksik duygusal altyapı, Diva-Chearcha ikilisinin arasındaki aşk üçgeninde de kendini gösterir. Diva gönlünü Chearcha’ya kaptırsa da, Chearcha’nın popüler rakibi Janesco’nun malikanedeki prestiji ve enstrüman hakimiyeti sahnede gözleri üzerine çeker.

  • Roseten & Hamthe: Sosyetenin parlayan çifti; Janesco’nun ebeveynleri.
  • Kendinden Emin Gitarist: Janesco’nun içten içe aşık olduğu figür; sevgi arayışında hem umut hem tuzak.
  • Chearcha: Chearcha’nın popüler rakibi Janesco.

“Kendinden Emin Gitarist”

Gerçek yetenek mi, yoksa sadece sesli bir özgüven mi?
Toplumsal beğeniyle değil, gerçeklikle ilgilenen gözlemcilere.
“Alkışları duymuyorsan sorun sende değil. Belki kulaklar sahteye alıştı.”

Kendinden Emin Gitarist, Janesco’nun karşılıksız aşkını bir fırsata dönüştürdü; malikanedeki en nadide gitarları çalıp sahneye çıkarak “yeni çağın sesi”ni icat etti. Fakir bir ailede büyüyen bu gitarist, mahallesinin katı tabuları ve ak sakallı dedelerinin dogmalarına boyun eğdi; gençliğinde tanıdığı tek ilham “kendinden emin” çalmak oldu, tıpkı o dedelerin “her şeyi bildiğini” iddia edişi gibi. Bu sahte özgüven, dinleyiciyi büyüledi ve her gün biraz daha kalabalık bir kitle alkışlamak için kulaklarını sahte melodilere açtı.

Aşık olduğu Hippy Sazlı, özgür bir ruhun vücut bulmuş haliydi; dünya üzerinde çaldığı her durakta kendi izini bırakan Sazlı, gitaristin popülerlik yarışından hoşlanmıyordu. Sazlı geri dönene dek, gitarist hem onu etkilemek hem de kendi değerini kanıtlamak için alkışlarla beslenen bir varoluş sürdü.

  • Janesco: Janesco’nun malikanesindeki enstrümanlardan birini alıp sahneye çıkan ve onun karşılıksız aşkını sahne performansına dönüştüren figür.
  • Hippy Sazlı: Tokki ile İkkot’un çocuklarından biri ve gitaristin âşık olduğu hippi; her durakta kendi rengini bırakarak ona ilham kaynağı oldu.

“Chearcha”

Ustalık görünmese de var olur.
Sessiz ama güçlü olanlara.

Chearcha, Mong Ülkesi’nin görünmez ustasıdır. Gizli atölyesinde biricik çellolarını ustalıkla işler; ancak fırsat eşitsizliği ve görünürlüğün eksikliği, hikâyesini sessiz bir gölgeye dönüştürür. Popüler rakibi Janesco’nun gölgesinde kalan Chearcha, gerçek emeğin sahnede sessiz kalabileceğini gösterir. En büyük destekçisi ise Diva’dır; Diva, Chearcha’ya gönülden âşıktır ve her defasında onu düşünmekten şan derslerini kaçırır.

  • Diva: Chearcha’ya gönülden âşık olan ve onun için şan derslerini ihmal eden figür .
  • Janesco: Popüler rakibi; Janesco’nun malikanesindeki imkânlarla Chearcha’nın ustalığını gölgeleme çabaları, ikisi arasında keskin bir rekabet yaratır .
  • Kemancı ve Torado; Chearcha’nın gitarını gizlice kaçıran müzisyenler.

“Diva”

Kaçırılan fırsatlar, bazen kim olduğumuzu hatırlatır.
Hayatın bir köşesinde hâlâ parlamak isteyenlere.
“Sahne gitmedi. Belki sadece sen ışığı unuttun.”

Diva, Mong Ülkesi’nde “diva” unvanını taşıyan gösterişli bir figürdür. Aslında bir emlakçıdır; gençliğinde konservatuvara yazılmak istemiş, ancak şan dersleri için gereken kayıtları hep kaçırmıştır. Yıllar sonra açtığı emlak dükkanına “Diva” adını verdiğinde, parıldayan giysileri ve sahne tutkusu bir efsaneye dönüşmüş; ne yazık ki güzel şarkı söyleyemediği için o hayalini hiçbir zaman gerçekleştirememiştir. Chearcha’ya duyduğu hayranlık, her defasında şan derslerine gitme cesaretini kırmış ve kaçırılan fırsatların gölgesinde kalmasına neden olmuştur.

  • Chearcha: Chearcha’ya gönülden hayran olduğu için, onun varlığını düşündükçe kendi sesini unuttu.
  • Elbiseli Kız: Sahne tutkusu için tasarlanan kostümlerle Diva’ya kaybettiği sesine dair yeni bir umut verdi.

“Elbiseli Kız”

Giysi bir hikâyedir; onu giyen, kendi öyküsünü yazmaya başlar.
İçindeki sesi bulmak için ilk adımı atanlara.

Elbiseli Kız, çocukluğunda aile içi kıyafet tartışmaları arasında “yürümeyi unuttuğu” günleri hatırlar; yıllar sonra tasarladığı ilk elbise, bedeninde ve ruhunda yeniden hareket kazandırır. Sosyeteye açılan kapılarını Diva için aralayan Elbiseli Kız, onun sahne tutkusu adına hazırladığı kostümlerle Diva’ya ikinci bir şans veriri; her dikiş, Diva’nın kaçırılmış sesine bir umut dokunuşudur. Aynı zamanda Sheymy’nin aristokrat maskeler altında gömülü gerçek kimliğini de elbise üzerinden açığa çıkarır—görünür olmak ile korunmak arasındaki ince çizgiyi onarmak onun uzmanlık alanıdır.

  • Diva: Sesini bulamayan Diva’ya, sahneyi kostüm sanatına dönüştürerek destek olur.
  • Sheymy: Aile sırlarıyla örtülü kimliği, Elbiseli Kız’ın tasarımlarıyla gün yüzüne çıkar.

“Sahne”

Sahne, görsel bir aynadır; izleyenin iç sesi burada görünür olur.
Her performansın ardındaki hikâyeyi duyanlara.

Mong Ülkesi’nde “Sahne”, karakterlerin içsel çatışmalarını ve renk körlüğüne dönüşen bakışlarını ritüele dönüştüren kutsal bir mekândır. Janesco’nun malikanesindeki salon, gururun ve yalnızlığın dans ettiği bir arena; Kendinden Emin Gitarist’in alkışlarla beslenen öz güveni; Chearcha’nın sessiz ustalığı ve Çellist Torado’nun dönüşüm anı; Diva’nın elbiseleri Elbiseli Kız’ın dokunuşuyla hayat bulur; Baloncuklu Kız’ın soğuğa inat taşıdığı minik neşe dalgaları da bu mekânda yükselir. Her Mong, kendi renk filtresinden sahneyi algılar ve bu ortak zemin, varoluşlarının en özgün yankısını yansıtır.

“Sazlı”

Özgür ruhun ayak izleri. Karanlıkta parlayan bir müzik.
Bağımsız gezginler, hayata meydan okuyanlar için.
“Toplum seni anlamadı. Ama sen zaten başka bir ritimdeydin. Sazlı’yı ruhunda hissedenler için.”

Tokki ile İkkot’un çocuklarından biri olarak doğan Hippi Sazlı, özgürlüğün sesi ve karanlığın parlayan yıldızıdır. Tüm dünyayı yiyecek ve konaklama karşılığında saz çalarak gezdi; karanlıkta yürüdüğünde bile sazını eline aldığında parlar, her durakta içsel rengini bırakır ve sonunda yalnızca kendine ait çizgilerden oluşan benzersiz bir rota çizdi . Aristokrat bir ailenin beklentilerine rağmen Sazlı, toplumsal normları reddedip kendi yolunu seçmeyi tercih etti; bu cesur duruşu, özgür ruhunun ve zıt ebeveynlerinin –Tokki’nin mavisi ile İkkot’un turuncusunun– mirasını taşır.

  • Kendinden Emin Gitarist: Gitarist, Sazlı’ya duyduğu karşılıksız aşkı popülerlik hırsıyla besler; ne var ki onun özgür ritmini asla tam olarak yakalayamaz .
  • Sheymy: Aristokrat kardeşi Sheymy’nin saklı kardeşi olarak, iki farklı dünyanın renk körlüğünü bir araya getirir.
  • Tokki ile İkkot: Birbirine zıt ebeveynleri.

“Tokki & İkkot”

Zıtlıkların aşkı. Hayatın tüm dengesi karşıtların çatışmasında.
İlişkilerde farklı karakterleri olanlara, felsefi düşünenlere.
“Sen onun zıttısın. Ama onsuz sen olmazdın. Tokki & İkkot, evrensel bir denge.”

Tokki ile İkkot, Mong Ülkesi’nin en eski zıt ikilisini oluşturur. Tüm ömürleri boyunca ters yönlerde hareket etmiş, mavi ile turuncu gibi zıt renklerin sembolize ettiği karşıtlıklarla varlıklarını sürdürmüşlerdir. Tokki, görünen alemin dışına çıkmayan gerçekçiliğiyle sosyalist düşünceleri savunurken; İkkot, her şeyin bir simülasyon olabileceğini öne sürerek romantik bir evren önerir. Bu dinamik, onların çocuklarının da farklı kimliklere bürünmesini sağlamıştır.

  • Sazlı: Tokki ile İkkot’un özgür ruhlu hippi kızı; gezginlik tutkusu ve müziğiyle ebeveynlerinin mirasını taşıyor.
  • Sheymy: Tokki ile İkkot’un aristokrat kesime yakın yetiştirilmiş diğer çocuğu; toplumsal maskeler altında büyüdü.

“Sheymy”

Görünene bakarsan, kimse eksik değil.
Aileden saklanan hikâyeleri taşıyanlara.
“Soylu sandılar seni. Çünkü kardeşini hiç göstermedin.”

Sheymy, soylu bir aileden geliyormuş gibi yetiştirilmiş; ama aslında ataları aristokrat olmayan bir ailenin çocuğudur. Anne ve babası, sosyal statülerini korumak için kardeşini—Sazlı’yı—herkesten gizlemiştir. Sheymy, entelektüel çevresine katkı sağlamak için Chearcha’nın çello-keman ikilisini izlettiği ve kardeşiyle anılarını paylaştığı o özel konserden beri hem aile sırlarına hem de kendi kimlik arayışına paralel bir yolculuk yapar.

  • Sazlı: Sheymy’nin saklı kardeşi; toplumsal normları reddeden özgür bir hippi olarak hayatını çaldığı sazla şekillendiriyor.
  • Kendinden Emin Gitarist: Sheymy, gitaristle dershane kantininde tanıştı ve onu Sazlı’yı karşılamak için düzenlediği buluşmaya davet etti; böylece aşk ve prestij çatışması baş gösterdi.
  • Tokki ile İkkot: Ebeveynler

“Kemancı”

Gözlem, en derin melodiyi doğurur.
Dünyayı renklerle duyanlara.
“Bir nota yansıyorsa, sen de o notanın sesisin”

Kemancı, anneannesinin yanında büyürken “Tanrı kim?” sorusunun peşine düştü. Kendisine verilen yanıtlar onu memnun etmedi: “Annen seni yaptı, peki onu kim yaptı?” diye ısrar ettiğinde bile hiçbir dev bir figürün adı verilemedi. Bu eksik bilgi, Kemancı’yı varoluşun bilinemezliğine dair derin bir düşünce döngüsüne itti. Zamanla sadece sorularıyla değil, gözlemlediği dünyayı bir renk armonisi gibi algılayarak da kendini ifade etmeye başladı: Çevresindeki zıtlıkları fark edip, onları kemanından çıkan melodilere dönüştürdü.

Kemancı’nın müziği, salt bir tını değil; gözlem ve içsel sorgulamayı taşıyan bir felsefeydi. Renkler ve sesler arasındaki sınırı kaldırarak, “renkleri duyan” bir dinleyici değil, “sesleri gören” bir sanatçı yarattı. Onun yolculuğu, bilginin değil, deneyimin ve sezginin peşinden gitmenin gücünü simgeler.

  • Çellist Torado: Grup arkadaşı; Kemancı’nın seslerini algıladığında çelloya dönüşür, ikisi arasında “sesin ruha dönüşümü”nü somutlaştırır .
  • Syerna: Anneannesi; ona ilk varoluşsal soruları sorma cesaretini ve sezgisel rehberliği taşıdı

“Çellist Torado”

Sanatla bütünleşmek, kendini kaybetmenin en bilinçli halidir.
Tutkusunu mesleğinden ayıramayanlara, sanatçı kimliğini bedenleştirenlere.
“Çello değil o… kendisinin yankısı. Duyabiliyorsan, sen de böylesin.”

Torado, bir melodi duyduğunda hayalinin derinliklerine eğilir; her notayı duyup çalabilmek için zihninin köşelerine gider. O kadar içselleştirir ki uyandığında çello ile bir olur: Artık sadece bir müzisyen değil, aynı zamanda bir sanat eserinin ta kendisidir. Müzik ve insan arasındaki bu dönüştürücü ilişki, Torado’nun hikâyesinin kalbini oluşturur.

Çellonun duygusal kimliği, Chearcha’nın ustalıkla hazırladığı enstrümanda hayat bulur. Torado, Kemancı’nın sesi duyulduğunda çelloya dönüşür; böylece alet, sahibinin ötesine geçen bir varlık kazanır. Bu dönüşüm, sanatın “insana mı ait olduğu” yoksa “insanın sanata mı dönüştüğü” sorusunu akıllara getirir.

  • Kemancı: Grup arkadaşı; onun renklerle dokunulmuş sesleri Torado’yu çelloya dönüştürür .
  • Chearcha: Çellosunu gizlice temin ettiği usta; bu enstrüman, Torado’nun dönüşümünü mümkün kılan köprüdür.

“Syerna”

Taşları yerleştiren hep oydu. Ama yolun ismi hiç ona verilmedi.
Her şeyin yerli yerinde olması gerektiğine inananlara.
“Senin ellerinle kurulan yol, başka birinin hikâyesine yazıldı.”

Her sabah çıplak ayaklarıyla dar sokaklara adım atan Syerna, mahallesindeki kedileri besler, çiçekleri sular ve yol kenarındaki taşları özenle yerine koyardı. Bu küçük ritüel, görünmez iplerle örülü bir düzenin mimarisini simgeliyordu; zira herkesin göz ardı ettiği detayları bir arada tutan oydu. İkinci Mong Savaşı’nın ardından sorumluluk omuzlarına binerken, sevgiyle büyüttüğü torunu Kemancı’nın fısıltılarını dinlerdi: “Herkes benden Tanrı’yı saklıyor!” dediğinde, sezgileriyle ona ulaşmaya çalıştı ve eksik kalan yanıtın peşinden gitmenin cesaretini öğretti.

Sütunlu Mong’un idealler uğruna terk ettiği Syerna, fiziksel olarak yanında kalırken zihinsel bir boşluğun yükünü de taşıdı. Taşlarla inşa ettiği yol, yalnızca toprağı değil; etrafındakilerin kaybolan bağlarını da bir araya getiriyordu. Düzenin hem koruyucusu hem de sessiz eleştirmeni olarak, Syerna’nın hikâyesi bir yandan görünmez sorumluluğun ağırlığını anlatırken, diğer yandan küçük dokunuşların kolektif uyumu nasıl beslediğini gözler önüne serer.

  • Kemancı: Torunu; Syerna’nın çıplak ayakla dolaşmasına izin verdiği ve “Tanrı” sırlarını birlikte sezgilerle aradığı çocuk.
  • Sütunlu Mong: Eşi; Alfa’dan öğrendiği idealler uğruna Syerna’yı terk eden, sonra fiziksel olarak yanında kalan ve ayrılığın yükünü paylaştığı figür.

“Sütunlu Mong”

Uğruna yaşadığın şey, büyümeni engelliyorsa nedir o?

Sütunlu Mong, bir gün hayatındaki en önemli şeyin bu sütun olduğuna karar verdi ve tüm varlığını ona adadı. Sütunu örselenmemesi gereken bir koruma kalkanı sanarak etrafında bir dünya kurdu; oysa bu sütun, kendi çizdiği sınırlarla adeta bir duvara dönüşmüştü ve büyüme isteğini gölgeledi.

Bir sabah sütunun üzerinde, eski Mong alfabesiyle çizilmiş çıplak bir ayak sembolü fark etti. Bu işareti, yıllardır sessiz sedasız koruduğu yapının anlamını sorgulamasına neden oldu. Sütunlu Mong, bu görevi neden üstlendiğini öğrenmek için bilge Alfa’yı buldu; Alfa ona, hayatında gerçekten neyin değerli olduğunu keşfetmesi durumunda tüm ailesini refaha kavuşturabileceğini söylemişti. Ancak bu sözleri yanlış yorumlayan Mong, idealler uğruna sevdiklerinin ihtiyaçlarını gölgede bıraktı.

Fiziken Syerna’nın yanında kalmaya devam ettiyse de ruhen onun tam ters yönünde yürüyordu. Eşi Syerna’nın sessiz düzen tutkusuyla ördüğü yollar, artık ikisinin arasındaki mesafeyi de sembolize ediyordu. Sütunlu Mong için o sütun bir inanç bildirisi olsa da sonunda kendi yarattığı duvarların içinde kaybolduğunu anladı.

  • Syerna: Karısı; sütun uğruna kalbini gölgelediği, yine de fiziksel olarak yanından ayrılmadığı hayat arkadaşı .
  • Alfa: Mentorü; ideallerin yükünü taşımasının nedenini ve sonuçlarını ona öğreten bilge.

“Alfa”

Herkes görünmek ister. Ama çoğu, başkasının ışığını çalarak.
Kendine ait sesi olmayanlara hayranlıkla bakanlara.
“Sesi olan sustu. Rengi olan izlendi. Ama gerçek lider kimdi?”

Alfa, Mong Ülkesi’nde “Hiyerarşi” unvanıyla anılan rengârenk başlıklı bilgedir. Kurduğu öğreti hiyerarşisinden adını alan derslerde, ne söylese dinleyiciler kendi renk körlüğü filtrelerinden geçirdikleri anlamları duyar. Böylece Alfa’nın gerçek bilgelik kaynağı, ne anlattığından çok, dinleyenlerin iç sesindeki yansımadır.

Kimi metinlerde “Hiyerarşi” olarak geçen Alfa’nın başlığı birer renk tonu ve ses titreşimi karışımıdır: Dinleyenlerin kafasında renkleri duymayı, sesleri görmeyi sağlayan bir sinestezik araç olarak işlev görür. O’nun varlığı, bilginin aktarımından çok, bireysel algının yarattığı sonsuz yorum çeşitliliğini kutlayan bir ritüele dönüşür; çünkü Alfa’nın en büyük dersi, liderin değil, dinleyenin kendi yetkisini keşfetmesidir.

  • Tokki & İkkot: Zıtlıklarını gözlemleyerek bilgeliğini şekillendirdiği çift; evrensel denge ile bireysel çatışmayı onlarla keşfetti.
  • Sütunlu Mong: Öğretisini yanlış yorumlayarak idealler uğruna ailesini yarı yolda bırakan takipçisi.
  • Empati ve Mezdeke grupları: Alfa’nın derslerinin ruhunu yaşamlarında somutlaştıran öğrencileri.

Mezdeke

Ritüel, sözleri eyleme dönüştüren sessiz bir türküdür.
Bilgeliği bedeninde taşıyanlara.
“Adımlarımız sözlerimizden önce söylenir.”

Mezdeke, Monglar’ın Bilge Mong’un öğretilerini müzik ve dansla somutlaştıran gizli bir topluluktur. Her ayın dolunay gecesinde terk edilmiş amfitiyatrolarda bir araya gelir; başlıkta salınan renk tonlarıyla adımlarının yankısını yükseltirler. Onların ritüeli, hiyerarşinin kurallarını takip ederken bireysel sesini de duyurmaya çalışmanın paradoksunu temsil eder.

Her üye, Alfa’nın anlattığı derslerden birini kendi beden ritmine dönüştürür: biri tokmaklarla sessizliği bozar, diğeri ayak vuruşlarıyla boşlukta yankı yaratır. Böylece Bilge Mong’un sözleri, sözcüklerden arındırılmış bir enerjiye evrilir ve izleyiciye doğrudan hissedilen bir felsefi tümce sunar.

  • Alfa: Öğretilerinin ritmine dönüştüğü mentor; Mezdeke’nin doğuşuna ilham veren bilge.
  • Empati Grubu: İletişimi sözsüz yaşayan bir diğer topluluk; Mezdeke’deki ritim, Empati’deki renk-temaslı köprüle paralel ilerler.

“Empati”

Herkesin sesi birbirine karıştığında, birinin cümle kurması gerekir.
Başkalarının kelimelerini taşıyanlara.
“Onlar seni anlamadı. Çünkü sen onları anlatıyordun.”

Felix, Gorcha ve Somba, Mong Ülkesi’nin aynı mahallede büyümüş üç arkadaşıdır. Sağda duran Felix ile solda duran Gorcha, fikirlerini doğrudan paylaşmakta zorluk çekerken, tam ortadaki Somba’ya “Abi, ben anlatamıyorum, sen anlatsana!” der şekilde dönerler. Somba’nın zihninden çıkan çizgiler, her birinin düşüncelerinde sessiz bir köprü kurar ve anılarını orada biriktirir. Bu dönüşümlü iletişim dansı, Empati’nin özüdür: kelimelerin ötesinde, renklerin ve hislerin alışverişi.

Her köşe başında, birbirini tamamlamak yerine birbirini anlamayı seçen bu üçlü, görünmeyen bağlarla Monglar arasında bir köprü oluşturur. Empati, sadece bir alışveriş değil; paylaşılan renklerin, şekillerin ve seslerin kolektif bir dönüşümdür—birinin hikâyesini sadece dinlemekle kalmayıp kendi öyküsüyle harmanlamak.

  • Alfa: Empati’deki üç karakter de Alfa’nın sinestezik öğretisinin öğrencileridir; onun “renkleri duymayı” öğreten başlığı, her birine kendi filtrelerinden bakma izni verir.

“Baloncuklu Kız”

Sessizlik büyürken, ses çıkarmadan sevinç yaymayı seçti.
“Bu ülkede hâlâ güzel şeyler olur” diyenlere.
“Karın üstünde renk bırakmaz baloncuk… ama görenin içi ısınır.”

Baloncuklu Kız, ilk kar yağdığında beyaz atkısını takar ve sokaklarda rengârenk baloncuklar saçarak dolaşırdı. Kışın soğuk ve sessiz dünyasında dahi neşeyi ve paylaşmayı simgeleyen bu küçük jesti, mahalleye umut taşırdı. Bir gün Kaktüs’ün dikenlerine konan bir baloncuk, yağmur zannedilerek çiçeğin korkmasına yol açtı; çünkü Kaktüs, yağmurla intihar eden bir çiçekti. Baloncuklar su değil, havaysa da Kaktüs’ün kurtuluşu bu masalsı an sayesinde gerçekleşti ve onun hayatı yeni bir neşeyle renklendi.

Bu hikâye, zorlu koşullarda bile küçük bir jestin kolektif mutluluğu nasıl büyütebileceğini hatırlatır. Baloncuklu Kız’ın sevimli eylemi, Mong Ülkesi’nde soğuğun tam ortasında bile kalplerde bir sıcaklık oluşturur.

  • Kaktüs: Baloncuklu Kız’ın neşeli baloncuklarını yağmur sanıp korkan ve ardından şaşkınlıkla kurtulan çiçek.
  • Şelale Mong: Bu olağanüstü olayı gören Mong; her Pazar şelaleye gidip baloncuk hikayesini yaşamayı seçen sessiz bekleyici.
  • Mona: Sevgililer Soma & Mona’dan gezgin Mong; Kaktüs’ün öyküsünü Şelale Mong’a duyurmak için çağrılan ve yanlışlıkla Mong dünyasının dışına savrulan gezgin.

“Kaktüs”

Farklı olan, önce yanlış anlaşılır. Sonra unutulmaz olur.
Kendi dikenlerini kabullenmeye başlayanlara.
“Senin suçun farklı olmak değil. Onların görememesi.”

Kaktüs, başı dikenli bir taç, gövdesi sivri dikenlerle örtülü yalnız bir Mong’dur. Dikenleri yüzünden tehdit sayılan bu figür, “yağmurla intihar eden bir çiçek” olduğunu düşünerek her damlayı korku dolu bir an olarak yaşar. Ta ki bir gün Baloncuklu Kız’ın narin baloncukları ona konana dek… İlk başta bu sahte yağmuru öfkeyle karşılasa da baloncukların su değil havadan ibaret olduğunu anlayınca dikenlerinin arasındaki donukluğu yırtan bir umut parçaladı.

  • Baloncuklu Kız: Kaktüs’ü sahte yağmurlardan kurtaran küçük kahraman.
  • Şelale Mong: Olayı gören ve her Pazar şelale başında Kaktüs’ün hikâyesini anımsatan sessiz bekleyici.

“Sevgili Soma & Mona”

Biri yerleşik bir düşünce gibi. Diğeri rüzgârla savrulan bir his.
Bağımsızlıkla bağlılık arasında kalanlara; gitmek isteyen ama hep dönenlere.
“Uzaklaşmak özgürlüktür. Dönmek ise aşk.”

Soma, derin düşünceleriyle ağırbaşlı bir hayalperesttir; hayallerini ve kalbini paylaştığı Mona’ya tutkuyla bağlıdır. Mona ise canlı, hareketli ve gösterişlidir; özgürlüğün peşinde koşar. Gitmek ile kalmak arasındaki bu ibre, her adımında çiftin içsel ritmini belirler.

Bir gün Baloncuklu Kız’ın ilettiği kutsal baloncuk çağrısına kulak verdiler: Kaktüs’ün korkusunu yenmesine yardım etmek amacıyla pazar sabahı Şelale Mong’ın yanına gitmeleri isteniyordu. Fakat Mona’nın gezgin ruhunun sınır tanımazlığı, yanlış bir kapıdan geçip Mong dünyasından uzak diyarların göçebe patikalarına savrulmalarına neden oldu. Bu ters rüzgâr, onları hem kaybolmaya hem de birbirlerine daha da sıkı tutunmaya zorladı. Her dönüş hikâyesi, Soma’nın sabit yüreğiyle Mona’nın uçucu neşesinin birbirini tamamladığı bir senfoniye dönüştü.

  • Baloncuklu Kız: Kaktüs’ün öyküsünü onlara ulaştıran gizemli çağrı kaynağı.
  • Şelale Mong: Baloncuklu Kız’ın çağrısını beklediği noktada öyküyü dinleyecek bilge Mong.

“Annesinin Kızı”

Yeni bir çevre bazen eski yükleri görünmez kılar.
Göç edenlere, başlangıcı yeniden kuranlara.
“Üzerinizdeki siyah açılmadı belki. Ama artık görünmez oldu.”

Suare ve annesi, yeni bir başlangıç umuduyla Mong Ülkesi’ne geldiklerinde üzerlerindeki siyah giysilerin yavaşça renklendiğini fark ettiler. Bu dönüşüm, içlerindeki umudu dışa vurdu; Suare, rengârenk dünyanın büyüsüne kapılarak annesine burada kalma isteğini fısıldadı ve annesi de kızının mutluluğunu görerek bu yeni hayatı kabul etti.

Mona adlı gezgin Mong, karanlık diyarlarından tanıdığı yalnız anne-kız ikilisini Mong Ülkesi’ne getirip renklendirdi; onlara “Annesinin Kızı” ismini verdi. Böylece Suare hem kendi renklerini deneyimler hem de annesine olan bağını daha güçlü hissederken, annesi de cömert kollektif dilin içinde yeni bir topluluk duygusu keşfetti.

  • Mona: Suare ve kızını Mong Dünyası’na davet eden gezgin; onları renklendirerek “Annesinin Kızı” ismini bahşetti.
  • Baloncuklu Kız: Bu yeni gelenlerin dünyasını ilk neşeyle tanıştıran, minik baloncuklarıyla umudu saçan kahraman.
  • Şelale Mong: Yenileri karşılayıp topluluğa katılmalarını simgeleyen sessiz bekçi; Suare’yi şelale başında selamlayarak yeni hayatlarının başlangıcını müjdeledi.

“Şelale Mong”

Bir sistem işler gibi görünüyorsa, biri görünmeden onu ayakta tutuyordur.
İsimsiz sorumluluk taşıyanlara.

Mong Ülkesi sakinleri her pazar şelaleye pikniğe giderdi ve orada hep yalnız bir kadın belirirdi: Şelale Mong. Aylarca kimse nedenini soramadı; sonunda cesaret edenlere sadece, “Şelalenin akması için buradayım” dedi. Ne alkış ne teşekkür beklerdi—sadece sessizce orada durur, suyun sonsuz döngüsünü gözetirdi. Bir gün o da ayrıldı; ama şelale hâlâ çağlayarak aktı, Şelale Mong’un görünmez emeğinin kalıcı izini taşıyarak.

  • Baloncuklu Kız: Minik neşesiyle şelaleye umut taşıyan baloncukları ona ilk anlattıran kahraman .
  • Sevgililer Soma & Mona: Baloncuklu Kız’ın çağrısını iletip Şelale’ye yönlendiren ve yanlış kapıdan geçip şelale yolculuğunu uzatan gezgin çift.

“Pery”

Herkes iyi niyete bayılır. Ama iyiliğin yanlış zamanda yapılmasından nefret eder.
Niyetin güzel olduğu hâlde yanlış anlaşılanlara.
“Onun suçu yoktu. Ama sistem hatayı birine yıkmalıydı. Ve o çok sakindi.”

Pery, Mong Ülkesi’nin büyük plancısıydı. Geceleri uçan bir gölge gibi pencereler arasında dolaşır, sakinlerin dileklerini yerine getirmek için görünmez bir ağ kurmaya çalışırdı; ancak planları her seferinde ters tepiyordu. Bir akşam, Kornist ile Kadın’ın kalplerini birleştirmeye çalışırken yanlışlıkla Sütçü’yü Kadın’la evlendirdi ve bu karışıklık, Kornist’in tüm dünyaya kulaklarını kapatmasına yol açtı. Güzellik Kraliçesi Kadın’ın arzularına uygun şekilde sütçülüğü bırakan Sütçü, yeni hayatına adım atarken Pery’nin bu yanlış bağı trajediye dönüştürdü. Haksızlığı fark eden Köpekli Kadın, Pery’nin izini sürmek için her gün saat 16:45’te mahallede bekleyip onu yakalamaya çalıştı; oysa Pery, o gün asıl olarak Camall ile Marand çiftinden Marand’ı 13:45’te uyandırmak üzere gelmişti—Kraliçe’nin geçit töreni yüzünden yolların kapanacağını hesaplayarak saati öne çekmişti.

  • Kornist: Aşkı Pery’nin yanlış planıyla sarsılan, tüm dünyaya kulaklarını kapatan müzisyen.
  • Güzellik Kraliçesi Kadın: Pery’nin karışıklığı sonucu Sütçü ile kader birliği yapan sosyete figürü.
  • Köpekli Kadın: Pery’nin yanlış bağlantılarını araştırmak için her gün aynı saatte bekleyerek iz peşine düşen gizemli gözlemci.
  • Marand: Pery’nin asıl uyandırmak istediği kişi; yanlış zamanlamayla tüm düzeni altüst eden figür

“Kornist”

Yeteneğin habersiz çaldığında bile yankısı büyür.
Farkında olmadan iz bırakanlara.

Kornist, işten döner dönmez eline aldığı yeni kornosuyla akşam rüzgârında nota prova etmeye başlardı. Aylar geçtikçe sesleri duyan tek kişi ya da tek mekân kalmadı: yan komşu önce gizlice, sonra arkadaş gruplarıyla gelip dinledi; sonunda kornonun sesi tüm şehre yayıldı. Komşusu, bu keşfedilmemiş melodilerden bilet satarak kazanç elde etti — oysa Kornist, bu popülerliğinden asla haberdar olmadı. Bu hikâye, tutkuyla yapılan işlerin kendi sahibinden bağımsız biçimde bir etki yaratabileceğini gösterir.

  • Kadın: Kornist’in aşkına karşılık veren figür; Pery’nin yanlış arabuluculukları yüzünden aralarında gidip gelen duygusal iniş çıkışlar yaşandı.
  • Pery: Kornist ile Kadın arasındaki bağı yanlışlıkla Sütçü’ye kurunca, Kornist tüm dünyaya kulaklarını kapattı.

“Kadın”

“Takdir edilmek kolaydır; gerçek değer, tanınmadığında parlamaktır.”
Sahne ışıklarını kalbe tercih edenlere.

Güzellik Kraliçesi Kadın, Mong Ülkesi’nin her yıl düzenlenen törenlerinde tacını gururla taşıyan bir efsaneydi. Zarafeti ve ince ruhuyla sosyal sahnede parladığı günlerin birinde, Pery’nin yanlış evlilik planı yüzünden Kornist yerine Sütçü’ye bağlandığı duyuruldu. İstemeden katıldığı bu düğün töreni, halkın gözünden çekilmesine ve salon ışıklarını söndürmesine neden oldu.

Sütçü’nün naifliği ile Kornist’in unutulmaz korno sesi arasında sıkışan Kadın, dış görünüşün ötesinde gerçek sevgi ve bağlılık arayışına düştü. Salon penceresinden gökyüzünü izlerken, bir güzellik tacının ardındaki kırılgan insan portresini keşfetti. Bu inziva, onun içsel gücünü ve öz varoluşun kabulünü kucaklamasını sağladı; çünkü gerçek bir kraliçe, yalnızca dış güzelliğe değil, kalbin sesine kulak verebilmelidir.

  • Pery: Yanlış evlilik planını düzenleyerek Kadın’ı istemediği bir bağa sürükleyen plancı.
  • Kornist: Asıl kalp tuttukları; kraliçe, korno tınısını her duyduğunda içindeki heyecanı yeniden keşfetti.
  • Sütçü: Pery’nin hatasıyla evlendiği kişi; naifliği ve duruluğuyla Kadın’ın hayatına beklenmedik bir dinginlik kattı.

“Sütçü”

Herkesin hayatında ses çıkarmadan yer eden biri vardır.
Yokluğu, varlığından daha çok konuşulanlara.
“Artık kimse camdan bakmıyor.”

Sütçü, her çarşamba sabahı mahallede bir ritüel gibi ortaya çıkar, hanımlar cam kenarına dizilip sıranın kendisine gelmesini heyecanla beklerdi. Bir gün ansızın süt dağıtmayı bırakınca, bu görünmez bağları besleyen figürün yokluğu mahalleyi derinden sarstı; o günden sonra “Sütçü Mahallesi” olarak anılan bu köşe, onun bıraktığı sıcak anıları yaşatmaya devam etti.

Ama Pery’nin yanlış bağlantısı, Sütçü’yü Güzellik Kraliçesi Kadın’la evlendirince her şey değişti; evlilikle birlikte sütçülüğü bıraktı ve bu veda hem Sütçü’nün hem de mahallelinin kalbinde bir boşluk yarattı. Sütçü, bir zamanlar yaşamın rutini olan sabahları ve tanıdık melodileri bir tacın gölgesine bırakmış; gerçek değerini ancak yokluğunda fark ettirmişti.

  • Pery: Yanlış evlilik planını düzenleyerek Sütçü’nün hayatını beklenmedik bir yola sokan arabulucu.
  • Güzellik Kraliçesi Kadın: Pery’nin karışıklığı sonucu eşi olan ve Sütçü’nün kimliğini sosyal ritüellerin ötesine taşıyan figür.

“Köpekli Kadın”

İnsanlara değil, hayvanlara güvenmeye başladığında başlıyor gerçek yalnızlık.
Güven kırıkları artık sevgiye değil, tetikte olmaya dönmüş olanlara.

Köpekli Kadın, Mong Ülkesi’nin fakir mahallesinde her gün aynı saatte, pahalı marka şapkası ve ceketiyle safkan köpeğini gezdirirdi. Asaleti ve mesafeli duruşu, etrafındakileri hem büyüler hem de uzaklaştırırdı; kimse onun gerçek hikâyesini bilemezdi.

Halbuki Köpekli Kadın, Pery’nin yanlış bağlantılar yaptığını gören tek kişiydi. daha önce Pery’nin bir mahalleden 16:45’te geçtiğini öğrenmişti. Onu bulmak için o mahalleye her gün gidip Pery’nin gelmesini bekledi.  Zaman geçtikçe ve Pery gelmedikçe Köpekli Kadın o mahalleye taşındı. Eğer onu bulabilirse Pery ile yanlış kurduğu bağlantılar üzerine konuşacaktı ve köpeğinin Pery’i görebileceğini düşünüyordu.

  • Pery: Yanlış planlamaları üzerine onu bekleyip hesaplaşmayı amaçlayan arabulucu.

“Camall & Marand”

Biri gün doğarken plan yapar, diğeri gece çökerken hayal kurar.
Aynı evde farklı döngülerde yaşayanlara.
“Senin saatinle onunki tutmadı. Ama takviminiz hep birdi.”

Camall, her sabah 05:45’te uyanıp kahvesini yudumladıktan sonra 08:15’te işinin başına geçer, 16:45’te evine dönerdi. Marand’ın alarmı ise hep 16:30’a kuruluydu; kimin kimin evine uyduğuysa muammaydı. Bu zıt ritimler, ikilinin bir arada yaşarken bile asla tam uyum yakalayamamasını simgeler. Sıradan bir günde yolları, Kraliçe’nin geçit töreni yüzünden kapanınca Camall, tek istisna olarak saatini 13:45’e çekti ve Marand’la ters saatlerde buluştu.

  • Pery: Pery, Marand’ı 13:45’te uyandırmak için bu zamanlamayı planlamıştı; bu da Köpekli Kadın’ın peşine düşmesine yol açtı.
  • Kraliçe: Kraliçe’nin yol kapatma kararı, Camall’ın alışılmış döngüsünü bozan etken oldu.

“Yabancılar”

Sessiz yalnızlık içinde var olunur ama hiç ait olunmaz.
Görünür kılınmak yerine hep dışta kalanlara.
“Buraya ait değilsin. Ama burası seni de tanımıyordu.”

Yabancılar, Roseten & Hamthe’nin Kraliçe’yi ağırlamak için düzenlediği davete yanlışlıkla çağrılan çift veya grup figürdü. Nereden geldiklerini bile anlamayan bu misafirler ne aşağılara davet edildi ne yukarılara çıkabildi; hep “yabancı” olarak kalakaldılar.

  • Roseten & Hamthe: Kraliçe zannedilerek yapılan davetin yanlış odağı.
  • Kraliçe: Rol değiştirme mağdurları; monarşinin temsilini üstlenemeyerek asla “kraliçe” olamadılar.

“Kraliçe”

Aidiyet bazen bir adres değil, bir arayıştır.
Geldiği yeri unutanlara, hâlâ kendini arayanlara.

Kraliçe, Mong Ülkesi’nde gerçek bir monarşi olmasa da en görkemli misafir olarak kabul görürdü. Roseten & Hamthe, sosyetedeki statülerini perçinlemek için bütün ihtişamlarıyla bir ziyafet düzenledi ve “onursal konuk” unvanını ilk kez Kraliçe’ye layık gördü. Işıltılı salon kapıları aralandığında, herkes heyecanla saygı duruşuna geçti; ne var ki o anda yanlışlıkla çağrılan Yabancılar salona girmiş, Kraliçe koridorda yalnız kalmıştı.

Kalabalığın gösterişli pırıltısına rağmen Kraliçe’nin yalnızlığı derine işler. Davetliler şaşkınlıkla yabancılara yönelirken, o törenin ve adının simgesel ağırlığını hissederek sabırla ayağının tozunu silkeledi. Bu an, ait olmakla dışlanmak arasındaki ince çizgiyi somutlaştırdı; ünvan korunurken, gerçek alkış onun uğruna durulmadı.

Kraliçe, törenden sonra sessizce saraydan ayrıldı. Düşündü ki, kimliğin en parlak tacı bile, doğru kalbe ulaşmadıkça anlamsızdır; zira ait olunan yer, unvanın verildiği salon değil, kendini duyurabildiğin yürektir.

  • Roseten & Hamthe: Kendi prestijleri için onursal misafir olarak ağırlamak istedikleri figür.
  • Yabancılar: Kraliçe yerine yanlışlıkla davet edilen ve monarşik rolü üstlenemeyen grup.

Monglar Ülkesi…

Her bireyin kendi renk körlüğü filtresiyle baktığı, paylaşılan bir görsel dilde varlığını sürdürdüğü bir dünya. Burada mutlak bir gerçek yok; Bilge Mong’un rengârenk başlığı bile aynı anda birbirine zıt hikâyeler doğurur. Mong’lar, eksikliklerini kavrayamaz ve kendilerini tamamlayacak şeyin peşinde olduklarını tam olarak bilemezler. Janesco’nun sevgi açlığı, Roseten & Hamthe’nin prestij kavgası, Syerna’nın görünmez sorumluluğu ve tüm diğer Mong’ların içsel arayışları; tek bir bütünün parçaları olarak birbirini besleyen, sürekli evrilen dinamik bir anlatı oluşturur.

Mong’lar, varoluşu sorgulayan kusurlu karakterlerdir. Kendilerini yaratma sürecinde fısıldanan her öykü, bazısının süslü elbiseler talep etmesine, bazısınınsa yalnızca yüzünü göstermeye razı olmasına yol açar. Tıpkı Edwin Abbott Abbott’un Düzülke romanındaki varlıklar gibi, Mong’lar da kendi boyutlarının ötesindekini algılamakta zorlanır; peşinden oldukları anlam, her yeni filtreden farklı yankılanır.

Aidiyet ve yabancılık, özgürlük ve bağlılık, yalnızlık ve kolektif uyum… Bu zıtlıklar Monglar arasında tatlı bir çatışma yaratır ve her çatışma, yeni bir bakış açısının doğmasına imkân tanır. Böylece hiç kimse nihai “doğru”yu yakalayamaz; çünkü her filtre, hakikatini kendine göre yeniden inşa eder.

Seri Hakkında
2020’de başlayan bu koleksiyon, yağlı boya ustalığı ile dijital baskı teknolojisinin buluştuğu 46+ özgün tasarımdan oluşur. Edwin Abbott Abbott’un yaşam yılına bir saygı duruşu olarak her tasarım sadece 88 adetle sınırlandırıldı. Özgün renk paletlerine sadık kalınarak, özel seçilmiş kâğıtlarda ve yüksek kalite baskı teknikleriyle hazırlanan limitli dijital baskılar, koleksiyonerlere sunulmaktadır.

Visited 1 times, 1 visit(s) today